28 Ocak 2010 Perşembe
25 Ocak 2010 Pazartesi
18 Ocak 2010 Pazartesi
old dream maker, you heartbreaker
"I'm not Holly. I'm not Lula Mae, either. I don't know who I am! I'm like cat here, a no-name slob. We belong to nobody, and nobody belongs to us. We don't even belong to each other."
ve işte bu, hayatımın sonuna kadar görüp göreceğim en güzel "mutlu son"lardan olabilirmiş. Caat! Cat! Here. Oh, cat!
14 Ocak 2010 Perşembe
kızamıyorum. heyecanlanamıyorum. gerçek anlamda gülümseyemiyorum. yapmak istediğim herhangi bir şey yok gibi. galiba artık en iyi şeyin; herkesi, her şeyi kendi haline bırakmak olduğunu düşünüyorum. olup bitenleri eleştiremiyorum.
söylüyorum işte: 10 yaşındayken bile daha kişilikli bir insandım.
şimdi ben
hiç kimseye,
hiçbir şey için,
söyleyecek hiçbir sözüm yokmuş gibi hissediyorum.
söylüyorum işte: 10 yaşındayken bile daha kişilikli bir insandım.
şimdi ben
hiç kimseye,
hiçbir şey için,
söyleyecek hiçbir sözüm yokmuş gibi hissediyorum.
12 Ocak 2010 Salı
gece geç
müziği susturunca, sessizlikte düşüncelerim beynimi yiyor. ve müziği açınca da, kendimi kaybediyorum. ciddi anlamda yani. sözde ders çalışıyorum ama ya şarkıya kaptırıyorum ya da uzaklara falan dalıyorum. odamın içinde ne kadar uzak varsa artık. neyse. yani işe yaramıyor ikisi de. demek ki oldukça kötü durumdayım.
o yüzden tatil diyorum, gelse artık. kafam da tatile çıksa, rahatlasa. şu boktan, sinir-stres dolu günleri daha da çekilmez hale getirmek için ne varsa yapıyor çünkü. gelmesin üstüme artık. düşünmesin. sonra günlerce yatağımdan çıkmayıp uyuyayım. ki hatırlamayayım. uyuyayım ki kafamda dönüp duran binlerce kelime uçsun, gitsin; geri döndükleri güne kadar, ben geri dönmeyeceklerine inanayım. rüyalarım bile suçluluk duygusuyla sona ererken bugünlerde, huzurlu, deliksiz, renkli uykular uyuyayım. şimdilik bütün istediklerim bunlar. - veya, istediklerimden, tarif edebildiklerim bunlar. hepsini tarif edebilecek kadar çok yaşamadım ki.
bugün, kitaplığımı karıştırırken, kara kule'yi buldum. sonra jake'in uçurumdan düşerken söylediği cümle geldi aklıma birden, onu kuleyi bulma uğrunda feda eden roland'a söylüyordu: "öyleyse git. bundan başka dünyalar da var." o satırdan sonra kitabı mitabı bırakıp baya düşünmüştüm ilk okuduğumda. şimdi merak ettiğim şey şu: şimdiye kadar sürekli hayatımı erteledim. erteliyorum. aslında bir sürü fedakarlık yapıyorum. ama bu süreçte o kadar küçüldüm, o kadar köreldim ki; şimdi küçücük hayatımdaki sıradan sorunlar bile boğmaya yeterken beni, böylesine eksiltirken, "başka dünyalar" keşfetmek nasıl olacak? aslında cevap basit sanırım. böyle bir şey olmayacak. hani, bir şeyi yapmayı çok istersin de son anda yapamayacağını anlayıp zaten mantıksızmış gibi davranırsın ya, işte tam olarak o olacak. her gün üstüne birkaç kat daha ördüğüm duvarların arasından çıkmak, mümkün olmayacak günü geldiğinde.
ama bazen, yapılacak herhangi bir şey yoktur. beklemek harcamaktır, ve beklemek vazgeçmektir o henüz tarif edilemeyenden ama, bazen sadece elinde bu kalır. bir taraftan artık direncinin kırıldığını hissederken, boş bir umutla da olsa yaşarsın işte. belki zaman senden geriye birazını bırakır diye.
neyse. sussun kafamdakiler. biz zamanla birbirimizi öldüreduralım ama lütfen sussunlar. tatil gelsin artık. uyuşalım, yavaşlayalım. hadi.
o yüzden tatil diyorum, gelse artık. kafam da tatile çıksa, rahatlasa. şu boktan, sinir-stres dolu günleri daha da çekilmez hale getirmek için ne varsa yapıyor çünkü. gelmesin üstüme artık. düşünmesin. sonra günlerce yatağımdan çıkmayıp uyuyayım. ki hatırlamayayım. uyuyayım ki kafamda dönüp duran binlerce kelime uçsun, gitsin; geri döndükleri güne kadar, ben geri dönmeyeceklerine inanayım. rüyalarım bile suçluluk duygusuyla sona ererken bugünlerde, huzurlu, deliksiz, renkli uykular uyuyayım. şimdilik bütün istediklerim bunlar. - veya, istediklerimden, tarif edebildiklerim bunlar. hepsini tarif edebilecek kadar çok yaşamadım ki.
bugün, kitaplığımı karıştırırken, kara kule'yi buldum. sonra jake'in uçurumdan düşerken söylediği cümle geldi aklıma birden, onu kuleyi bulma uğrunda feda eden roland'a söylüyordu: "öyleyse git. bundan başka dünyalar da var." o satırdan sonra kitabı mitabı bırakıp baya düşünmüştüm ilk okuduğumda. şimdi merak ettiğim şey şu: şimdiye kadar sürekli hayatımı erteledim. erteliyorum. aslında bir sürü fedakarlık yapıyorum. ama bu süreçte o kadar küçüldüm, o kadar köreldim ki; şimdi küçücük hayatımdaki sıradan sorunlar bile boğmaya yeterken beni, böylesine eksiltirken, "başka dünyalar" keşfetmek nasıl olacak? aslında cevap basit sanırım. böyle bir şey olmayacak. hani, bir şeyi yapmayı çok istersin de son anda yapamayacağını anlayıp zaten mantıksızmış gibi davranırsın ya, işte tam olarak o olacak. her gün üstüne birkaç kat daha ördüğüm duvarların arasından çıkmak, mümkün olmayacak günü geldiğinde.
ama bazen, yapılacak herhangi bir şey yoktur. beklemek harcamaktır, ve beklemek vazgeçmektir o henüz tarif edilemeyenden ama, bazen sadece elinde bu kalır. bir taraftan artık direncinin kırıldığını hissederken, boş bir umutla da olsa yaşarsın işte. belki zaman senden geriye birazını bırakır diye.
neyse. sussun kafamdakiler. biz zamanla birbirimizi öldüreduralım ama lütfen sussunlar. tatil gelsin artık. uyuşalım, yavaşlayalım. hadi.
3 Ocak 2010 Pazar
eskiler
çok canım sıkılıyor be blog. oturup ders çalışmam lazım. deli gibi. ne mi yapıyorum? akıl-fikir yokluğundan olsa gerek, bilumum saçma işten sonra son olarak, günlüklerimi karıştırıyorum. biraz daha moralimi bozup kıvama gelirsem sanırım artık işime bakabilirim.
eh, ne demiş dario fo?
"başımız dik yürüyoruz, çünkü boğazımıza kadar boka battık."
eh, ne demiş dario fo?
"başımız dik yürüyoruz, çünkü boğazımıza kadar boka battık."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)