24 Kasım 2011 Perşembe

bütün günler birbirinin aynı. hepsi bir "günaydın"la başlayıp "iyi geceler"le bitiyor. samimiyetsiz, görev icabı kelimeler. bulutlu yüzlere yakışmayan küçük dilekler. birazdan yeni bir gün olacak. banyonun kapısı birkaç kez açılıp kapanıyor. sonra ışıklar teker teker sönüyor. ve o karanlıkta, birileri aynı anda fakat birbirinden habersiz, mutluluğun nasıl bir şey olduğunu anımsamaya çalışırken, rüyasız bir uykuya dalıyor.

iyi geceler.
doğanın bana verdiği bu ödülden
çıldırıp yitmemek için
iki insan gibi kaldım
birbiriyle konuşan iki insan

16 Kasım 2011 Çarşamba

"bu yokluk günlerinde
emin oldun sevdiğine
ama sahip olamadın

bu yokluk günlerinde
ikinci sinir harbinde
mağlup oldun
vatan sağolsun"

18 Ekim 2011 Salı

"And my doctor says I'll be all right
The doctor says I'll be all right
Well, the doctor says I'll be all right
But I'm feeling blue"


8 Ekim 2011 Cumartesi


Günler öylece kendi kendine geçsin diye
Bir camın arkasında durdum
Bana dokunmasın hiçbir şey
Hiçbir şey yarama merhem olmasın
İyileşecekse, hiçbir şeysiz iyileşsin diye
Bir camın arkasında durup
Akan hayata ve zamana baktım.

Bilirdim, biliyordum, biliyorum,
Bittiğinde, geçtiğinde,
Azaldığında sızı, iyileştiğimde,
O saman tadıyla karıştığında;
Her şey daha acı olacak.

6 Ekim 2011 Perşembe

cok yalnizim blogcum, hem cok hastayim hem de cok yalnizim..

5 Ekim 2011 Çarşamba

harcanık

onu gördüm, uzaktaydı. aslında bi yerde otururken etrafa bakan biri bile değilim, arkama dönüp bakmışım nedense öyle, onu gördüm. benzetmiş olmayı istedim. durdu, çantasına elindeki notları tıkıştırıyordu. neden orda olduğunu anlamadım, evine tersti, bi yere mi gidiyordu? tramvay geldi. onunla aramda durdu. acaba gelecek mi diye düşündüm, birazdan arkadaşımın doğum gününü filan kutlayacaktık, tek bi kişi için ortamdaki samimi olmadığın diğer bütün insanlara karşı iyi olma çabası.. aslında onunla da samimi sayılmayız ama o ne yaparsa yapsın ona karşı iyi olmak beni yormuyor. yorucu olan sadece bu düşünce, sanırım. kalktım, sigaramı söndürdüm. tramvay hareket ediyordu, içeri girene kadar, yani yaklaşık on adımdan bahsediyoruz, dört defa arkama dönüp baktım.. yoktu, gitmişti, dikkatsizdim ya da sadece benzetmiştim..

yaptığım hiçbi şeyin bi anlamı yok aslında kimse için, bulunduğum yerler, kalpler, ne biliyim işte, en yakın arkadaşımın doğum günü, ya da onun canı sıkkınken sarılmam hani.. hangisi gerçekten özel, hangisi vazgeçilemez ve hiç unutulmayacak? belki şu an biraz acımasız olabilirim, kalbim kırıkken huyumdur abartıyorumdur, bilmiyorum belki yarın böyle hissetmeyeceğim.. ama bugün bunu düşündüm: hayatında vazgeçemeyeceğin tek bi kişi olabilir, ona da aşıksındır. birilerinin hayatında hep geri kalanlardansan eğer, teferruatsındır. daha kötüsü, insanları sevmek için binbir takla atarken vazgeçemeyeceğin kimse yoksa hayatında, harcanmışsındır..

12 Eylül 2011 Pazartesi

senede bir gün

bu ara ne çok zeki müren dinliyorum. üzülmek için bugünden daha güzel bir gün var mı? iki aynı hediyeyi almak beni çok fazla güldürebilirdi, eskiden olsa. yani böyle, böyle olmasa. hala hayatımda hiç rakı içmedim. -ha bi' keresinde babamınkinden-

5 Eylül 2011 Pazartesi

.
Ama herkes ki kendisi olsun 
Sonra herkes kendisi olsun 
Bir gün herkes kendisi olsun

.

21 Ağustos 2011 Pazar

pretend that you owe me nothing, and all the world is green. we can bring back the old days again, when all the world is green.


 "Yeah. I know what you mean about wishing somebody wasn't there though, It‘s just, usually, it‘s myself that I wish I could get away from. Seriously, think about this. I have never been anywhere that I haven't been. I've never had a kiss when I wasn't one of the kissers. You know, I've never, um, gone to the movies, when I wasn't there in the audience. I've never been out bowling, if I wasn't there, making some stupid joke. That's why so many people hate themselves. Seriously. It’s just they are sick to death of being around themselves. Let‘s say that you and I were together all the time, then you'd start to hate a lot of my mannerisms. The way...the way every time that we would have people over...I'd be insecure, and I'd get a little too drunk. Or...the way I tell the same stupid pseudo-intellectual story again, and again. Y'see, I've heard all those stories...So of course I'm sick of myself."
okul başladı. hatta dönemin ilk sınavını cuma günü verdim ve ardından bütün haftasonum bir kez daha odamda "insanın sosyal bir varlık olduğunu" reddetmekle geçti. iki günde toplam 23 saat kadar uyudum, zorunda kalmadıkça popomu sandalyeden ayırmak konusunda çaba göstermedim, gerekli gereksiz bir sürü şey izledim. before sunrise'ı ilk izlediğim günü düşündüm ve o zamanlar filmin bana kimi, neyi çağrıştırdığını. sonunda leyla ile mecnun'a bulaştım, ki bırakamayacağım sanırım; türk dizilerine istisnasız antipatim olsa da yönetmeninin onur ünlü olduğunu da görünce dayanamadım artık. iyi de yaptım.

çok garip günler geçiriyorum. bir şeylere hakim olmaya çalışıyorum. aklıma, hayatıma, ve ona yapacaklarıma. bazen olamıyorum. bazen artık dayanamıyor ve şeyda'ya göre olmayan şeyler yapıyorum. buna eskiden sadece kötü bir şey olarak bakardım. çünkü ben kimsem oydum işte, o olmalıydım, ayaklarım yere basmalıydı. evet, çok sıkıcı di mi? ama işte bu tam da bendim. ama artık, pek emin değilim. sınırlarımı ben zorlamazsam, ya da kimseyi cıvarına yaklaştırmazsam; nasıl bilebilirim ki, nerde başlayıp nerde bitiyorum? ve nasıl büyüyebilirim ki?

aslında bir kırılma noktası bekliyordum ya ne zamandır. sanırım o oldu.. azaldım. ve bunu kabullendim. tek başımayım, uzun zamandır öyleydim. şimdi biraz cesur olma vakti.

30 Temmuz 2011 Cumartesi

hiç kişilik yalnızlık

günlerdir -sayısını sahiden kestiremiyorum- odamdan çıkmamam üzerine annemin söylediği gibi tembel miyim; yoksa bu hissettiklerimin herhangi diğer bir norma sığdırılabilitesi var mı, merak ediyorum. bir şeylere başlamadan daha, bir şeylerin sonunda gibiyim çoktan. söyleyeceklerimi çoktan söylemiş gibiyim, hiç konuşmadan daha. içinde olduğum hayat, başımı döndürüyor ve ben ona yetişemiyorum. hislerim kayboluyor, sesimi duyamıyorum, kendi sesimi.. bu şekilde yaşamamak için her şeyi yapabilirim. günlerce odamda kalır, kirli tabaklarımı üstüste dizer ve kendimi unutana dek film izleyebilirim.

yalnız olmayı beceremiyorum. komik bulmam gereken bi şey gördüm internette bugün, ama hayır o trajik bendim, penceremin dışından, eskişehir'in ve bu aptal gezegenin dışından kendime baktım, ve yapacak hiçbir şeyim yoktu, ve gidecek hiçbir kimsem. insan kendini ancak bi başkasının aynasından gördüğünde tanırmış gerçekten, bunu nerde duyduğumu hatırlamıyorum.. sevdiğim herkesi kaybettim ve tekrar sevebileceğimi sanmıyorum.

ayıp değil ya, çok mutsuzum ve eskiden olmayı hayal ettiğim kızı özlüyorum, onun hayalini neyle, nasıl değişebildim bilmiyorum.. kendim düştüm ama sanırım ağlıyorum, ayıpsa ayıp hakim bey..

10 Temmuz 2011 Pazar

"kendimi kandırmaktansa yalnız kalırım." evet, bu, yıllar boyuca hep benim kendime tekrarlayıp durduğum bi şeydi.. aslında uzun süre önceydi, o zamanlar biraz saplantılıydım, yalnız kalarak kendimi temize çıkarmak gibi bi şeye inanıyordum, eğer yalnız olmazsam, onlara benzeyecektim. yalancı olacaktım, sahtekar.. çünkü bu ilişkileri başka türlü yürütemezsin. herkes içten pazarlıklıdır ve herkes çıkarını düşünür. tutarsızlaşacaktım.. bi şeylerin farkında olmamayı dilerdim aslında, o zaman çok daha kolay olurdu yaşamak, o zaman hayat akar ve ben de kendimi bırakırdım, belki mutlu olurdum, huzurlu. ama yalan söylemek istemedim.. kendime ya da bi başkasına.

hayatı hala acı dolu hatıralardan ve kederden ibaret görüyor muyum, bilmiyorum. yalnızlıktan kimse ölmez, bunu biliyorum.. ne kadar acı çeksen de yalnızlık seni öldürmez. ama birine güvenirsen, ve hata yaparsan bu seni öldürebilir. birini tanır ve hayalkırıklığına uğrarsan, bu senin sonun olabilir.

ciddiye alma en iyisi.. ya da al ama buraya böyle şeyler yazmam biraz saçmaladığıma işaret ediyor sanırım. bunu yapmayı özlemişim biraz. düşünmeden yazmayı.. aslında uzun süredir düşünerek ya da düşünmeyerek, yazmıyorum. yani, gerçekten yazmıyorum, önemseyerek.. ama bir zaman gelir ve içini dökmen gerekir. hepimiz birer çöp bidonuyuz ve taşıyabileceğimiz pislikler sınırlı çünkü.. içimi dökmeyi çok erteledim.. yalnızım, yalnızlıktan kimse ölmez diyorum ya bazen de çoktan ölmüş gibi hissediyorum. ne yaptığımı bilmiyorum. eskiden kendimi bulamaz gibi olduğumda, hayatımdaki insanlara bakardım, en uzun süredir tanıdıklarımdan başlardım, onları düşünür ve kendimi hatırlardım.. hala oyum işte kaybolmadım derdim.. şimdi eskiden beri sevdiğim filmleri açıp izliyorum, sevdiğim sahnelerini. böyle arıyorum kendimi..

kendime hiç acımadım. ama kendimi zavallı bulmuyor olmam hayatım için üzülemeyeceğim anlamına gelmez di mi? üzülüyorum. hani bize kabul ettirilmeye çalışılan şeyler var ya; hayattaki zorunluluklar, statüler, daha iyi olma çabası, kusursuz olma çabası yani.. beni ilgilendirmiyor, hiç ilgilendirmiyor aslında. tanıdığım herkes bi yerlere koşturuyor. genellikle ben de.. sonunda daha mutlu olacaklarını düşünüyorlar, öyle hırsla yapıyorlar ki bunu. ama ben, olduğum gibi olmak istiyorum.. ben neye, nasıl evrileceğimi hesaplamak değil de yaşamak istiyorum.. hatalarımı gizlememek istiyorum.. ya da yalnız hissettiğimi, ya da bazen çoktan ölmüş gibi hissettiğimi.. ama gizlemem gerekiyor. hayatımda birileri olmasa da olur, peki. sevdiğim filmlerle bi yere kadar götürebilirim.. ama biliyor musun sevmeden yaşamak çok zor, ve sevildiğini bilmeden, bu taşa takılıp düştüm bi kez ve artık çok zor sadece..

3 Temmuz 2011 Pazar

senden önce senden sonra

bazı insanlar var, muhtemelen hayatımda bir daha hiç görmeyeceğim.
ama ben onları hiç unutmayacağım; ve sanırım bunu hiç bilmediler.
günlerden pazar, düşünüyorum da hayat biraz garip.

30 Nisan 2011 Cumartesi

sabah olmuştu. üstümde senin kocaman sweatshirt'ün vardı.
karşımdaki koltukta uyuyordun. seni izliyordum ben.
kocaman bi çocuktun işte; ne güzel uyuyordun.
uyanırsan diye arada bi gözlerimi halıya kaydırıyordum..
sonra, bi anda gözlerini açtın.
kalbim bikaç saniyeliğine durdu.
.
.
cam açıktı, perdeler hala kıpırdıyordu.
sen görmedin bile sana baktığımı; fark etmedin.
koltuğa biraz daha yerleşip uyumaya devam ettin.
bense o kadar korktum ki.
kaçıp mutfağa koca bi bardak su içtim.

*would he let me borrow his wool winter coat?*

17 Nisan 2011 Pazar

aklımdaki şey şu: "kalbi kırık herkesin saçmalamaya hakkı vardır"; ama bir başkasının kalbini kırmadan.

5 Nisan 2011 Salı

what is the holdup?

sabah saat erken, mutfaktaki koltuğa oturmuş, su içiyorsun. sabah sabah aç karna su içilir mi, bilmem, dün gece çok içmişsindir belki ve baskılanan antidiüretik hormonun yüzündendir. çıt yok, mutfakta oturmuşsun öyle, yere bakıyorsun. ev sigara kokmuyor, tabii, sen sigara içmezsin ki. belki sarhoşken, en fazla bir tane. sonra evde gezinerek dişlerini fırçalıyor, üstüne bir gömlek geçirip çıkıyorsun derse yetişmek için. kahvaltı alışkanlığın yok, ilk ders arasında kantinden aldığın çay ve poğaça ile karnını doyuracaksın. okula doğru yürüyorsun. elindeki defteri sallıyorsun yürürken. müzik dinliyorsun belki, bilmiyorum. bir keresinde kapının önünde birilerini bekliyordum, kafamı kaldırdığımda seni gördüm, o gün müzik dinleyerek geliyordun. beni fark etmeyeceksin sanmıştım, ama fark ettin ve kulaklıklarını çıkarıp gülümseyerek yanıma geldin. evet biraz sevinmiştim. o zamanlar seninle ilgili pek fikrim yoktu. aslında vardı - belki de mutfağındaki koltukla ilgili fikrim yoktu, ve orda tek başına sessizce oturuşunla. her neyse. amfiye girip, her zaman olduğu gibi onun yanına oturuyorsun. beni görmüyorsun. çünkü sahiden yokum, eheh, derse son dakikada yetişeceğim, her zaman olduğu gibi. gözlerim seni bulduktan sonra yerime geçip, kimseye çaktırmadan biraz seni izleyeceğim. sonra belki, biraz anlamsız gülümseyeceğim önümdeki nota bakarken ve hatta bu yüzden feci dalga geçileceğim.

sonra.. kafamın içinde bir şarkı çalmaya başlayacak, yine.
If I'm catching your eye
It was an accident
If I looked at you strange
It
's not what I meant

22 Şubat 2011 Salı

merhaba yirmiikişubatsalı.

benim artık günlerden haberim yok, utanmasam ayları da karıştıracağım.. bunu tam olarak bugün fark ettim, çünkü bu arada çok değer verdiğim birinin doğum gününü kaçırmışım; üstelik, bunu bana o söyleyene kadar fark bile etmedim, yani ben söz konusu 19 şubat'ı orijin alırsam eğer, üç gündür -nah üç gündür- şuursuzca zıplıyorum, takvimde bir günden diğerine, şuursuzca uyanıyorum ama hangi güne uyandığımın hiçbir önemi yok, sadece yaşıyorum; hatırlanmaya değmeyecek günlerimin sayılara ya da isimlere ihtiyacı yok.. ah, ama varmış işte bak; küçük günlerimin kaçırılması üzücü olacak anlamları varmış bazen.

hahah, bu arada izolasyon sistemim hiç bu kadar gelişmemişti. algılarımı hiç bu kadar kapatmamıştım bir şeylerin üstesinden gelmek için. artık kendimi bulmaya çalışırken ben, günlerim kayboluyorlar. sayamıyorum.

9 Ocak 2011 Pazar

nasıl buna dönüştüm ben? nasıl bu kadar güçsüz oldum?

kimlere izin verdim beni değiştirmeleri için?

nasıl başarabildiler beni bir korkak yapmayı?

hayat kocaman bir maceraydı, yaşanacak çok şey vardı.. ne yaptım hayatıma?

ne zaman terk ettim kendimi?

ilk ne zaman bittim?