22 Ekim 2012 Pazartesi

and the winner is-

"her şey" vs "her zaman"

5 Ekim 2012 Cuma

mutluluklar vesaire


üzüldüğümüzde hatırlamak için biriktirdiğimiz şeyler. dedi içinden onu düşünerek. üzgündü çünkü yirmi iki yaşındaydı ve sanıyordu ki içi ölmüştü. ablası daha bugün evlenmişti ve herkes ona sırtını dönmüştü. herkes zaten birbirine sırtını dönmüştü. gözleri doldu. kendisi ve bir kaç kişi için, tutunacak şeyler bazen ne kadar da.. yoktu. önceki gece, ezginin günlüğü'nden "seni düşünmek güzel şey"i dinleyerek ağlamak istemişti. ama gözleri şişmesindi. şimdiyse, midesi bulanır, kendini terk edilmiş ve her zamankinden küçük hissederken -dahası, içten içe de büyüklenirken; gözleri doluyor ama ağlayamıyordu. şimdi, birinin ona söylediği güzel şeyleri düşünmeye çalışıyordu. (ne demişti hani o gün?) son zamanlarda bunu sık yapmaya başlamıştı. risk alıyordu: akrabalarına garip bir içgüdüyle şimdiye kadar hiç güvenmemesine karşın onlara sırlarını vermeye başlaması gibi. onların önemini anlayamayacağı, ufak ama aslında kocaman sırlar. (bıçak darbeleri gibi, gerçekte görünürdekinden çok daha derin yaralar.) yalnızlıktandı bu; bazen herkes gibi konuşmaya ihtiyaç duyuyordu. risk alıyordu: özlemeye başlamıştı ve bu çok vakit alıyordu. onunla oturup konuşmayı özlüyordu mesela. onunla tavla oynayıp her zamanki gibi yenilmeyi, bir bankta sessizce oturup sigara içmeyi, ona sarılmayı özlüyordu. onunla hiç yapmadığı şeyleri özlüyordu. bu da mı yalnızlıktandı? nasıl bilinirdi? onu etrafında insanlar varken de özlüyordu. ama insanlara da ihtiyacı vardı, bunu biliyordu. çok canını yaksalar bile onları bırakamazdı. yaşamak için bu somutluğu duyması gerekliydi. insanlar elini sıkıp "darısı başına" demeliydi ve o dışından utanmış gülümsemesiyle gülümserken içi cız etmeliydi. sonumuz mu geldi? işte yine öteki olmayı bile beceremeyen bir ötekiydi.

cümleleri kopuk kopuk ve ne dediği belli değildi. bu da burda bitsindi..

                                                                                              17.06.2012 | 03:29