29 Eylül 2009 Salı

my ship isn't pretty

sanırım oldukça boktan bir hayatım var. sanırım derken; bunu sırf kelimenin hafifletici özelliğinden dolayı kullanıyorum aslında. yoksa son derece eminim (hehe, aslında bu yaptığım da oldukça boktan). bütün her şey bi de "uyuşturucu" gibi arkadaşlarla birleşince, gerçekten içinden çıkılamaz bir hal alıyor olay. arkadaşlarım uyuşturucu gibi, şu yüzden; bana kendimi iyi hissettirebiliyorlar, fakat ertesinde çok acı bir şekilde yüzüme vuruyor ki bana zarar veriyorlar, ve onları sevmiyorum. onları sevmek için bir neden arıyor, bulamıyorum. çok boktan. hakikaten... galiba başka arkadaş edinecek enerjim olmadığı için takılıyorum öyle hala, bir de "şu kadar yıldan beri tanışıyoruz, arkadaşlığımız eskiye dayanıyor" saçmalıkları var. ama herkesin bildiği de bir şey var ki ben onlar gibi değilim... denemedim değil, sadece olmuyor işte.

yani kısacası, mutsuzum, mutsuzum, mutsuzum... şu günlerde hayatımda yolunda giden hiçbir şey yokmuş gibi. -muş gibi derken, bunu da sırf hafifletici olduğundan söylüyorum. favori kelimelerim bunlar hep işte. yoksa gibisi mibisi kalmadı. böyle bunalım takılmaktan da çok sıkıldım, ne yapmalı bilmiyorum. yorgunum. hem de çok yorgunum be...

arayan soran da yok. buralar sessizlikten, yalnızlıktan geçilmiyor.

27 Eylül 2009 Pazar

bir kalıp çikolata ve yalnızlık

çok yalnızım işte ben... dünyanın en ücra, en ıssız noktası bu oda olmalı.

daha ne diyeyim.

bir de en son ne zaman mutlu olduğumu hatırlayamamak gibi bir problemim var. ama çikolatam bitmeseydi gerçekten çok yaklaşmıştım.

23 Eylül 2009 Çarşamba

sanırım, sadece senin burda olmayışın; evrendeki müthiş kaosa neden olan. zincirleme reaksiyonlar hepsi biliyorsun. bunun için suçluluk duyman gerekir. zavallı hayatım için biraz üzülmen gerekir.

14 Eylül 2009 Pazartesi

sigara içenler genç yaşta ölür.

ellerimi kokluyorum. ellerim, saçlarım, üstüm başım fena halde sigara kokuyor. bir klişe olarak, hayatıma bir perdenin arkasından bakıyorum. sigara dumanıyla hayatımdaki çarpıklıkları örtüyorum. görmemek istiyorum. bilmemek. "cahillik mutluluktur" lafına inanasım geliyor. çimlerin üzerinde yuvarlanan o köpek gibi, denizin üzerinde süzülen martı gibi, basit ve yalın bir hayat hayal ediyorum. biz insanoğulları akıllı yaratıklarmışız, düşünebiliyor oluşumuz bir mucizeymiş. peki mutlu olamıyorsam bunların bana ne yararı var? hayatımız boyunca düşünüşümüz bir şeyleri basitleştirmek uğruna değil mi ki zaten? minimalist yaşamak istiyorum. annem gibi değil, annemin gülüşü gibi yaşamak istiyorum... her şeyin gün gibi ortada olduğu, şeffaf bir şey düşünüyorum. o şeye bir türlü ulaşamıyorum. "niye hep mutsuz görünüyorsun böyle?"... anlamıyorlar. oraya ait olmadığımı hissedebiliyor, ama anlam veremiyorlar. anlamadıklarını bildikçe de ben anlatamıyorum. artık hissettiklerimi ifade etme yeteneğimi de kaybediyorum, dahası, yalnızca denemekten bile vazgeçiyorum. çok hissederken tek olmak, yalnız olmak korkunç bir şey oysa. hissettiğinin iyi ya da kötü olması fark etmez. buna rağmen kendimi anlatmaya çabalamıyorum bile çoklukla. konuşasım yok, gördükleri ben değil bir başkası çünkü. mutsuzluktan çirkinleşiyor gibiyim, mutsuz ve güzel bir kadın arıyorum hafızamda, bulamıyorum. içimde bir şeylere yazık oluyor, avcumdan kum akar gibi bir şeyler yitiriyorum. aklımdaki güzel görüntüler biraz daha siliniyor, renkler artık seçilmiyor. cevapsız sorularım güçlerinin son haddinde bağırırken, ben, susuyorum. bir şeyler ters gidiyor. hayatı beklemekle özdeşleşmiş bana şaka olsun diye, zaman durmuyor da tersine akıyor. işte o zaman duman solumak istiyorum. yine son derece sigara kokuyorum.