25 Mart 2010 Perşembe

en mükemmel ölüm şekli!

bir film vardı; the core diye. güzel bir film olduğundan değil ama o zamanlar bu tip "dünyanın sonu" bilimkurgularına meraklı olan şahsımın baya ilgisini çekmişti. kahraman grubumuz dünyanın derinliklerine taa çekirdeğe kadar gidip orda yeterli güçte patlamalar falan yapmaya çalışıyorlardı filmde. çünkü soğuyormuş çekirdek meğersem, dönmüyormuş artık.. tabi oraya gidecekleri mekiğimsi aleti yapmak için önce çekirdek ısısına dayanıklı süpersonik bi madde buldular işte.. amerikalılar sonuçta! neyse, o saçma sapan filmde bir sahne vardı. ilk defa o zaman gerçekten nasıl ölmek istediğimi düşünmüştüm sanırım. gruptaki uyuz ama karizmatik bilim adamı, mekikten fırlatacakları şeyin içinde sıkışıyordu, sonra "beni boşverin" deyip patlayıcılarla birlikte fırlatılmaya razı oluyordu. patlamadan önce zamanı vardı biraz; film boyunca sürekli kullandığı ses kaydedicisini çıkarıp son kez birşeyler kaydediyordu ona.. sonra bi anda, belki saliselik, patlama gerçekleşiyordu ve adam hiç acı bile duymadan, acı duymasına vakit bile kalmadan ortadan kayboluyordu.. ben de öyle ölmek isterdim işte. bütün hücrelerim aynı anda farklı yönlere dağılsın isterdim. o filmi izlediğimden beri daha güzelini düşünemiyorum. uykuda ölmek, hap içerek intihar etmek, yüksek dozda uyuşturucudan ölmek. hiçbiri yeterince iyi değil! ne zaman laf ölümden açılsa ve biri nasıl ölmek istediğinden bahsetse, aklıma bu sahne gelir.. öyle işte.

20 Mart 2010 Cumartesi

life is a pigsty

ben baya yalnızım bugünlerde.
sürekli uyuyorum.
sürekli.
uyandığımda kötü haberler alıyorum genelde.
hala yolunda giden bir şey yok gibi.
belki bunları bilmek kendini biraz şanslı hissettirir sana.
belki hoşuna bile gider.
başıma gelenlerin bir çoğunu hak ettim ben.
bir şeyler geçiyor.
çok zor olanları bile.
ama bazı şeyler, hiç değişmiyor.
hayatım koca bir bok çukuru.
sen yoksun.
bazı şeylere katlanamıyorum.
sen yokken daha da çekilmez oluyorum.
o yüzden gelmeni beklemiyorum.
beni tanıdığını sanmıyorum.
çünkü beni tanımlayacak bir kaç kelime bulmak gerekseydi,
mutsuz, sıkıcı ve tuhaf; gayet yerinde olurdu.
sen bunu kabul etmezdin.
yine de beni haklı çıkardın.
bugün bir arkadaşımın yazdığı bir şey canımı acıttı.
dünyada nerede olmak istediğini bilmeyen insanlar "mutsuz insanlar"mış.
mutluluksa, "işte burdayım, dünyada olmak istediğim yerde" diyebilmekmiş.
ben, sadece neyi istemediğimi biliyorum.
ve işe bak ki,
istemediğim şeylerle dolu hayatım.
bir yanlışlık olmalı.
evet bir yanlışlık var.
sen yoksun.
birazcık bile.
bazen geriye bakıp, kendimle düştüğüm çelişkileri buluyorum oyun oynar gibi.
hem gururluyum hem yardıma muhtaç.
bana yardım etmek istiyorsan, bana yardım edeceğini söylememelisin mesela.
biliyorum, yorucu..
ben naptığımı bilmiyorum, bilmiyorsun.
etrafımdaki insanlar, ikiyüzlü hissettiriyor.
kaçamıyorum.
kafamın içinde yankılanıyor.
burda her şey çok karmaşık.
ve sen yoksun.
hayatım koca bir bok çukuru.
değer yargılarımı kaybettim.
dostlarımı kaybettim.
hayallerimi kaybettim.
umudum, çok kırılgan.
öyle ki birilerine ondan bahsetmeye korkuyorum.
sana güvenmiyorum, hiç güvenmedim.
gelmeni istemiyorum.
ama olmayışın, bir şeylere sebep oluyor hala.
saçmalatıyor.
oturup bunları yazdırıyor.
canım sıkılıyor..

17 Mart 2010 Çarşamba

gerçek bir hikaye.

az önce zeki müren "ah bu şarkıların gözü kör olsun" derken, elimdeki çikolatalı süt bardağı rakı kadehine dönüştü. odam da; tenha, ucuz bir meyhaneye. hatta buranın sahibi olan yaşlı adam bana tezgahın arkasından acıyan gözlerle bakıyormuş. çok aşıkmışım falan..

10 Mart 2010 Çarşamba

pöfür!

evde gizlice içilen sigara en güzeliymiş. camdan iyice sarkıp dumanı rüzgarın yönüne göre üflemek. binbir zahmete sıkıntıya girdikten sonra biraz da anın heyecanıyla resmen sigaradan kafa olmak. ha ama birileri yarattığım saçma sapan görüntüye yarılıp da videoya falan alıp internetlerde yayınlar mı paranoyası var tabii. kapı açılıp içeri bir adet ebeveyn girmesinden çok bundan korkuyorum.

8 Mart 2010 Pazartesi

çok merak ettiğin halde, kızgın-kırgın olduğun bir insana gidip "niye böyle yaptın?" diye sorabilmek, neden bu kadar zor? bir gün sormadan anlatacağı beklentisi mi? hiç susmayan o "zaten ne bekliyordun ki?"ler mi? gurur mu? aklına geldiğinde için içini yese bile, "beni umursamıyorsan ben de seni umursamıyorum"culuk mu? ama şu an fena halde umursuyorum işte ve bu umursanmamaktan çok daha kötü. suçlayacak hiçbir şey yok çünkü. ben mızmız bir çocuğum ve bana sonradan geri alacağın bir oyuncak vermemen gerektiğini bilmeliydin. yine kendimle kalıyorum; ortalıkta kızacak kimse olmadığı için, kendime kızıyorum.