30 Kasım 2009 Pazartesi

bayram

her zamanki gibi sabah erkenden kalkış, köye gidiş. ilk defa kuzenlerim bayram namazına gitmek yerine uyuyor diye komikçe söylenen sesin yokluğu, ilk defa eksik yapılan geleneksel bayram kahvaltısı. bayramlaşırken herkeste, en çok babannemde dile getirilemeyen o burukluk, ilk defa öperken yanağımı gıdıklayan sakalları özlemek.. çocuk gibi hissedememek.. ilk defa bayram harçlığının azlığı üzerine şaka yapılmaması, gülüşünün hiç duyulmayışı.. durduk yere bir sürü şey hatırlamak, her önünden geçişte gözlerin sürekli vitrindeki fotoğrafına ilişmesi. diğer odadan konuşma sesleri gelirken sürekli şimdi o da söze girecekmiş hissi.. ilk defa köyün o şimdiye kadar hep ürkütücü bulduğum ve göz ucuyla bakıp geçtiğim mezarlığına gitmek.. toprağına çiçekler ekmek, onları sulamak.. orayı artık benimsemek, sevmek.. amcamın bi sigara yakması, sonra bi an gelip hepimizin susması, sessizce çiçeklere bakması.. babannemin uzağa bi köşeye çekilmiş dua etmesi.. ve yavaş yavaş artık dönmeyeceği fikrine alışmak.. işte böyleydi.

24 Kasım 2009 Salı

en iyi arkadaş yoktur

şimdi ben kafamı "en iyi arkadaş" kavramıyla bozmuş durumdaydım. aslında çok saçma illa ki hayatta o sıfatın karşılığını aramak, çünkü bu kadar üstüne düşülen, abartılan, büyütülen şeyler genelde yanılsamadan öteye gitmez biliyorum. ya da öbür türlüsüne ben rastlamadım. ya da rastladığımı sanıp bi daha yanıldım. öyle bi şeyler oldu. neyse, bahsettiğim kişilerle ilgili şöyle durumlar olageldi:

1. en iyi arkadaşım en çılgınından bir mutasyon geçirdi ve hayatımdan bi anda çıktı. ben de uzunca bi süre bunu kabul edemedim ve mantıksız davrandım, ama artık bitti.. valla bitti, hatta bak numarasını da silcem şimdi, hehe.. şu anda hakkında "onun için üzülmeye değmez" cümlesini kendimden emin bi şekilde kullanabileceğim tek şahıs da odur heralde hayatımda. ama napsın yazık işte aklı bilemiyo ki onun. ay bilkentli sonuçtaaa!

2. en iyi arkadaşım beni açık açık sallamadı, sallamıyor. gayet açık bi olay. ama sanırım ben de onu sallamamaya başlamışım, bu kez pek üzülmedim tavırlarına. buna üzülmeli miyim acaba? bi ara üzüleyim ben buna.

3. en iyi arkadaşımın en iyi arkadaşı olamadım. evet bi de böyle bi şey var.. çok adaletsiz bi durum bence.. çünkü net olarak görüyorsun ki o hayatta senden daha şanslı olmuş, senden az yalnız kalacak; ve seni yalnız bırakacak. senin ona anlattıklarını dinleyecek ama o ilk başkasına anlatmayı tercih edecek. sen aradığında cevaplayacak, ama ilk başkasını aramayı tercih edecek.. hoş değil. insana kendini küçük hissettirir. öyle en iyi arkadaş olmaz o yüzden. bu da böyle çelişkili paradokslu değişik bi şey oldu, neyse..

4. en iyi arkadaşımla tam olarak en iyi arkadaş olmadığımızı fark ettim. çünkü birlikte vakit geçirirken çok gülsek de sanki bazen garip bi şekilde geriliyoruz, farkında olmadan birbirimizi yenmeye çalışıyoruz. ya da böyle bi şey yok ben uyduruyorum fesatlığımdan. bilemem. mesela onunla oturup şu saçmalıkları konuşamam, ilişkimiz somuttur, onu bilirim. ama bir gerçek varsa aralarında güvenimi boşa çıkarmamış tek kişi de budur.

5. en iyi arkadaşım kandırmacalı, oyunlu moyunlu bişey, hehe, aslında en bi eğlencelisi. bulmaca gibi, zihin açıcı. sorun şu ki, o kadar çok yalanına şahit oldum ki gerekli veya gereksiz, ona inanmak dünyanın en saçma şeyi olurdu şu saatten sonra.

eveeet. böyle şeyler işte. daha uzardı da bu insanların hiçbiri benim en iyi arkadaşım falan değil tabi ki o yüzden daha fazla bokunu çıkarmıyım. sadece belli dönemlerde kendimi en yakın bulduğum insanlar olsa olsa. o kadar.

ne saçma bi yazı oldu dimi? bikbikbik tekrarladıktan sonra "en iyi arkadaş"ın gözümde anlamsız bir sıfat tamlamasına dönüşmesinden öte, hiçbi yere de varamadı. o değil de insanlar en son ilkokulda arkadaşlarını takıyordu heralde, ben hala nerelerdeyim. hakkaten..

20 Kasım 2009 Cuma

sayıklamak serbest

çocuklardan nefret ettiğim ölçüde*, ya da çocukları sevmediğim ölçüde diyeyim çok sert oldu, yaşlıları sevdiğimi fark ettim.. *tabii bikaçı hariç, mesela aklıma gelenlerden the fall'daki alexandria ve australia'daki little indian'ı ayrı tutabiliriz... ama insanların yaşlandıkça saflaşması, çocuklaşması, o keskin sınırlarının törpülenmesi çok garip ve hüzünlü şeyler. çocuklar bilmedikleri için saf, savunmasız; yaşlı insanlarsa bildikleri için.. gibi..

araba kullanmak baya zevkli bişeymiş.. yalnız kavşaktan sağa dönerken azcık geniş alsam hocanın hemen viyaklamasına gıcık oluyorum.. sanki seni görmedik, kalkarken vitesi takmayı unuttun resmen teyzecim daha dün. ayrıca direksiyonu kamyoncu gibi tutuyorsun. vurdum mu ben bi kere yüzüne?.

ney kursuna gitmek istedim. ilginçtir ki varmış, hem de bizim okulda, ama başlamış kaçırmışım.. üzüldüm ama yapacak birşey yok. sonra efsad'ın bu dönemki fotoğrafçılık seminerlerini de kaçırmışım. acilen yapacak birşeyler aradım ama yine bulamadım. mecburen aciliyeti erteledim. başka zaman acil olarak ararım artık. zaten sınav da geliyor. biri bana gitar öğretse ne güzel olurdu aslında..

36 numaralı otobüsü çok seviyorum.. sabahları bomboş oluyor böyle diğerleri tıklım tıklımken, nasıl güzel oluyor onu yakalamak.. zaten bi köyden geliyor, denk gelince sadece yerli kabilelerin ayak bastığı yağmur ormanlarını falan keşfetmiş gibi oluyorum. bi kere rengi bile farklı, farklı ne kelime bildiğin turuncu, otobüsün komik şirin arası bi duruşu var. bugün de direksiyon dersinden çıkıp daha önce hiç bulunmadığım biyerden eve nasıl döneceğimi düşünürken imdadıma yetişiverdi sağolsun. hiç yüzüstü bırakmaz bu 36. her zaman benim için boş da bi koltuğu olur.

işte böyle... sıkıntıdan ne yapacağımı ne saçmalayacağımı şaşırdım, halbuki oturup ders çalışsam ne güzel olurdu di mi? hiç aklıma gelmiş miydi bak..

neyse. şimdi gidip yatacağım. rüyamda görmek istediğim şeyleri tasarlarken uyuyakalacağım. sonra uyanabilirim tabii ama o kısım sıkıcı..

18 Kasım 2009 Çarşamba

the sun sets on the war, the day breaks and everything is new...

aslında sözün özü, bok gibiyim.

ruhumu emmişler gibi.

biliyorum hakkım yok, böyle olmamalıyım, güçlü olmalıyım...

ama nasıl?

dedem gitti.

düşünüyorum da belki de beni hiç yargılamadan seven tek insandı hayatımdaki.. kendimi açıklamaya gerek duymadan koşabileceğim tek insan..

sanki bir umut, bir inat toprağa bağlandığım, tutunduğum köklerim kopuyor gibi oldu şu bir kaç gündür... sanki artık çürüyecekmişim gibi, susuz, besinsiz..

ve üzerinden biraz daha zaman geçince herşeyin monotona geri döneceği gerçeğiyse canımı hepsinden çok yakıyor. şimdiden başladı bile..

hayat durdu, belli bi süreliğine pause'a alındı herşey ama şimdi saatler tıkır tıkır işlemeye devam ediyor. sabah kalkıp işe-okula yetişmeye çalışan insanların arasına karışıyoruz.. karışmalıyız.. sanki hiç acı çekmezmişiz gibi suratlarımızda her günkü sıradan ifadeyle. oysa eksildik.

alışmak garip şey; hem lanetimiz, hem de kaçışımız, kurtarıcımız..

ve bütün bu çelişkiler başımı döndürüyor... çünkü öyle bir noktaya geldim ki, artık hayat hakkında, hayatım hakkında herhangi bir yargıya varamıyorum.. "saçma" diyebiliyorum yalnızca. saçma.

şimdi nasıl olacak, nasıl yapacağız onu da bilmiyorum. beni ben yapan şeyler vardı hani, gözlerimi kapatınca beliren görüntüler, onların çoğunun anlamı kalmadı artık. hayatımdaki koca bir gerçeklik daha, hayal ürününe, anıya dönüştü.

kocaman kalabalık bolca gülen bir aileydik biz ve onsuz canlandıramıyorum kafamda..

hayat çok boktan edebiyatı yapmak istemesem de, mecbur kalıyorum. can sıkıcı olduğumun farkındayım sadece kendimi ifade etmek için başka cümleler bulamıyorum. eskiden en azından yaşadıklarımla dalga geçip gülebilirdim, şimdi o kadar yalnızım ki bunu da yapamıyorum..

olmuyor..

her şey yavan, her şey yanlış geliyor.

genelgeçer bir doğrum olamadığını söylemişken bunları düşünmem de ilginç değil mi.. mantıksız davranıyorum yine.. buraya yazmakla yaptığım gibi.

bişeyler yapmalı artık.. saçmalamayı bırakmalı, büyümeli artık...

başka biri olmalı.. beklemeyen, beklemekle harcamayan biri..

10 Kasım 2009 Salı

ne dersin; hadi biraz bunalım yapalım, depresyon yapalım, intihar eğilimi doruklara çıksın, bi kez daha aşırı dozda yalnızlık alalım, indirelim perdeleri açmayalım, kapıları kilitleyelim, evdeki bütün aynaları tuzla buz edelim, biraz kan da dökelim ki gerçeklik versin sahneye, sonra susturalım her şeyi - sessizlikteki o garip huzuru bulalım, mazoşizmimizle barışalım.

başka ne yapacaktık.

*artık kendinden bahsetmeyi göze alamadığını fark etmekten daha kötü bir şey varsa, o da çoktandır karşıda seni dinleyecek kimsenin olmaması.

7 Kasım 2009 Cumartesi

inkar, isyan, pazarlık, depresyon, kabullenme - bum?

haven't had a dream in a long time
see, the life i've had
can make a good man turn bad


yazık bir haldeyim. yapacak bir şey yok. durum bu. en azından inkar ve isyan kısımlarını başarıyla tamamladım, sıra pazarlıkta. intihar öncesi aşamalar. evet tabii..

hayatımı düşününce üşüyorum. o kadar tenha, o kadar sessiz ki, hayatım öyle boş ki bütün koşuşturmacanın ötesinde. kabul ediyorum, suçu başkalarına atarak kolaya kaçtım hep, hiçbir şeyin istediğim gibi olmamasındaki asıl sorumlu elbette ben olmalıyım. sadece, elimden bir şey gelmiyor. çok sıkıldım, ufkun darlığından, konuştuğum insanlardan, ulaşamamaktan, her seferinde fazla güveniyor olmaktan, üzgün olmaktan, alışmaktan.. günah çıkarmak için bir yol aramaktan, yazmaktan.. aynı şeyleri yazmaktan..

onu özlerken bir anlamı vardı. şimdi hiçbir şeyin anlamı yok. pişmanlıklarım bile eskidi, yaşamıyor gibiyim, hissetmiyor gibiyim. her şey ters gidiyor, ama sadece derimi sıyırıp geçiyorlar. yaşama yönelik algılarımı kaybediyorum. şimdi koca bir boşluk, başka da bir şey yok.